Önder Aksakal’ın konuşmasında yine halk yok. O da ilham aldığı Erdoğan gibi içerde işler kötüye gittikçe dikkatleri bundan kaçırmak için “milliyetçi” söylemlere başvuruyor. Ancak bir farkla, Erdoğan yirmi yılın sonunda altından kayan koltuğunu kurtarmak için, defalarca kandırmayı başardığı halkımızı son bir kez daha kandırmaya kalkışıyor, Aksakal ise onunla kader birliği yapmış biri olarak artık demokratik solcuların kendisine karşı duydukları güvensizliği çok net gördüğü için Kurultay’ı DSP üye ve delegelerinden kaçırıyor.
Artık Ülke çapında bütün inandırıcılığını yitiren Erdoğan ve partisinde demokratik bir kurultaydan korkacak kadar desteğini kaybetmiş bir Aksakal’la karşı karşıyayız. Kendi partisini bitiren bir adam – elinden hiçbir iş gelmeyen ve hiçbir kudreti olmayan şu haliyle- teröre karşı naralar atıyor. Hem Erdoğan hem de Aksakal şunu bilmeli ki, halkımızın kendi kaderi söz konusu olduğunda bu şatafatlı sözlere hiç mi hiç ihtiyacı yok. Zira halkımızın evlatları kantin subaylığı yapmıyor, çürük raporu alarak ya da kısa devre askerlik yaparak askerlikten tüymüyor, ülkesi için tek varlığı olan canını veriyor.
Aksakal bilsin ki, ucuz hamaset kendisini kurtaramayacak. Mert olan kalkar düşüncelerini partinin en yetkili organı olan Kurultay’da delegelerin onayına sunar. Kendisinin çalıp kendisinin oynadığı tek kişilik şovu herkes için bir komedyaya bizler için traji-komik bir gösteriye dönüşmüş durumda.
Evet Sayın Aksakal, hem Öcalan’ın yakalanışında hem de Kıbrıs sorunun çözümünde başta olan Ecevit idi. Ancak kendisi bir politikacı olarak kaçınılmazı görmüş ve karar almıştı, gerisi 99. Yılını aştığımız cumhuriyetimizin kendi reflekslerinin halledeceği işti. Ecevit dışında hemen herkes bu iki konunun hamasetini bolca yaptı. Bugün de Önder Aksakal Kıbrıs fatihliğine soyunan kahramanı oynuyor, Erdoğan’ın uçağında arka koltukta yerini alarak.
Hem Atatürk hem de Ecevit, savaşı son ana kadar kaçınılacak olan bir felaket olarak görürlerdi ve asla savaş çığırtkanlığı yapmazlardı. Bugün ise, Erdoğan ülkede, Aksakal partideki kişisel sıkışmışlıklarını milliyetçi söylemlerle aşmaya çalışıyorlar, asıl işlerinde çoktan çuvalladıkları için.
1985 DSP Programında “milliyetçilik” üç yerde geçiyor:
İlkin kendini milliyetçiliğin ırkçı yorumlarından ayıran şu bağlamda: “Soy veya köken ayrımı, din veya mezhep ayrımı, anadil veya bölge ayrımı gözetmeksizin, tüm yurttaşları Türk Ulusunun eşit üyeleri olarak bir tutan; Türk Ulusunu Türkiye’nin tarih ve kültür kalıtıyla da, çağdaş uygarlıkla da bütünleştiren; tüm ulusların bağımsızlığını dokunulmaz bir hak sayan; ve Türk Ulusunun esenliğini insanlığın esenliğinde arayan bir milliyetçilik anlayışı, Türkiye’nin birlik ve özgürlük içinde, barış ve bağımsızlık içinde gelişebilmesinin temel koşuludur.”
İkinci olarak milliyetçiliğin halkın yaşamını gözeten, halkçı karakteriyle: “ Gelişmeyi yurdun her bölgesinde dengeli biçimde yaygınlaştırarak; soy veya köken, din veya mezhep, anadil veya bölge ayrımcılığı gözetmeyen bir milliyetçilik ve ulusal birlik anlayışını devlet yaşamında ve toplumsal ilişkilerde özenle gözeterek, bölücü veya ayrılıkçı akımları etkisizleştirecektir”.
Ve son olarak, milliyetçiliği demokrasi bağlamında: “Demokrasiye gerçeklik kazandırmak uğrunda, demokratik hakları ve özgürlükleri genişletmek uğrunda çaba göstermeyi, milliyetçiliğin de bir gereği saymaktadır.”
Önder aksakalın milliyetçilik anlayışı DSP’nin programında çok net olarak ortaya konan bu içeriğinden uzaklaşarak, Cumhur İttifakı’nın sergilediği sağ ve sığ milliyetçilik anlayışına hem içerik hem de üslup olarak yaklaşmış durumdadır.
Artık Aksakal DSP’nin sözünden ve üslubundan tamamen kopmuş, partinin resmi görüşleri dışındaki bu sözlerini her yerde sorumsuzca sarf edebiliyor.
Nasıl ki, ülkemiz kuruluştan gelen refleksleriyle varlığını koruyup devam ettiriyorsa, DSP’de kuruluşundan itibaren kendinde mayalanmış bulunan refleksleriyle bunu aşmalıdır. İçinde üye olarak bulunsun bulunmasın her demokratik solcunun ilk işi bu reflekse uygun davranmak olmalıdır.