1.Dünya Savaşı’nda ( 1914-1918) , Kafkas, Çanakkale, Irak, Suriye-Filistin, Hicaz-Yemen Cephelerinde savaşmış ve onca toprak ve insanımızı kaybetmiştik. Tabii ki taraf olduğumuz ittifak Devletlerinin yenilmesi ile bizim de yenilmemiz ve ardından Anadolu’nun işgaline giden süreç başlamış oldu.
1. Dünya Savaşında yenik düşen Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan ‘Mondros Antlaşması’ (30 Ekim 1918) Osmanlı’nın sonunu hazırlayan, onu yok sayan ve açıkça işgaline zemin hazırlayan bir antlaşmadır.
Savaşılan her cephede çok kayıplar vermiştik, nerdeyse her evden en az bir kayıp çıkmıştı. Mondros Mütarekesi ile savaşın sona erdiğini düşünen Anadolu insanı bu antlaşmayı sevinçle karşılamış. Öyleki benim doğduğum yer olan Düzce’de dahi davul zurnalarla kutlanmış bu antlaşma. Düzce, İstanbul ve Ankara’nın tam ortası olmasına rağmen halk çok cahil. İlk okul sayısı yok denecek kadar. ( ilk lise 1958-59 da açılmış.)Halk, her söylenene inanıyor. Kendi fikri ve bilgisi yok. O günün şartlarında haber alma imkânları çok kısıtlı. Henüz radyo yayınımız bile yok ( yurdumuzda ilk radyo yayını 6 Mayıs 1927’ de yapılmış.) Gazete okuyabilen yok. Dolayısıyla antlaşmanın ağır şartlarını bilmeleri mümkün değil.
Mondros Antlaşması’nın hemen ardından işgal planı uygulanmaya başladı. Önce İstanbul ve sırasıyla Anadolu işgal edilir.
13 Kasım 1918: Birinci Dünya Savaşı’nın galibi olan İtilaf Devletleri 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan, 4 Yunan gemisi ve 6 denizaltıdan oluşan tam 61 parçalık donanma ile İstanbul’u işgal ettiler. Tam da o günlerde Filistin Cephesinden dönmüş olan Mustafa Kemal ‘’ İstanbul’a gelmekle hata yaptım, ne yapıp edip Anadolu’ya dönmeliyim der ve Boğaz’a sıralanmış gemilere bakarak; kendinden emin bir şekilde, tarihe not düşecek olan :
‘’ GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER’’ sözünü söyler.
Yorgun ve bezgin halkın, kalan son gücü ve olmayan silahıyla kurtuluş mücadelesinden zaferle çıkması bir mucizedir. İşte bu mucize kahraman halkımız ve büyük liderimiz Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının sayesinde olmuştur. Ardından Cumhuriyet’in kurulması, devrimler yapılması, yurdun her yanında eğitim seferberliği başlatılması, akıl ve bilime önem verilmesi, cahiliye döneminden kurtarılması için tekke ve tarikâtlerin kapatılması gibi yapılan pek çok uygulamalar ile modern Türkiye’nin kurulması sağlanmıştır.
İşte dünya ülkeleri arasında yerimizi almamızı sağlayan Türkiye Cumhuriyetini sonsuza kadar, gelişen ülkelerden geride kalmamak üzere korumamız ve yüceltmemiz gerekir. Atatürkümüz’ün Türk Gençliğine seslendiği ; ‘’Gençliğe Hitabesini’’ şiar edinecek, Bağımsızlığımızı ve Cumhuriyetimizi korumak mecburiyetinde kalırsak gücümüzün damarlarımızdaki asil kanda mevcut olduğunu da asla unutmayacağız.